top of page

90'LARDA TÜRKİYE

  • Yazarın fotoğrafı: Zerhame
    Zerhame
  • 19 Tem 2022
  • 7 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 8 Ağu 2022

Yazar Yusuf Açık - 19 Temmuz 2022



-1990-


1990'ın Ocak ayı kanlı başlamıştı. Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kurucusu Profesör Doktor Muammer Aksoy evine girerken üç kurşunun hedefi oldu ve olay yerinde hayatını kaybetti. Kamuoyu büyük bir şok içindeydi. Cinayetten tam 2 saat sonra gizemli bir kişi gazeteleri arayarak şöyle dedi: “Tesettür konusunda İslam'a karşı takındığını tavır nedeniyle cezalandırıldı. Olay; İslami Hareket Örgütü tarafından üstleniliyor. 7.65 Baretta ile cezalandırılmıştır.” O dönem Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Çetin Emeç’ti. Şeriatçılığı destekleyen basın organlarına karşı duran bir gazeteciydi ve o da işine gitmek üzere evinden çıktığı sırada şoförü ile birlikte öldürüldü. Cinayetler hız kesmeden devam ediyordu. Eski bir müftü olmasına rağmen sonradan ateistliğe geçiş yaparak dinleri eleştiren Turan Dursun’da kurşunların hedefi oldu. Sonradan bu cinayetin gizemi çözüldü. Suikast yine İslami Hareket Örgütü tarafından gerçekleştirilmişti. 1990'ın Ekim ayına gelindiğinde Türkiye başka bir cinayetle daha çalkalandı. Kur'an'da örtünmenin ve oruç tutmanın zorunlu olmadığını söyleyen eski milletvekili Bahriye Üçok, söylemleri ile tehditlerin hedefi olmuştu ve o da evine gönderilen kargo paketinin içindeki bombanın patlaması ile hayatını kaybetti.


-1991-


1990 yılı bu olaylarla geride kalırken 1991 yılına gelindi. O sıralarda Irak'ta Saddam Hüseyin rejimi, Kürt ayaklanmalarını kimyasal saldırılarla sert bir şekilde bastırıyordu. Saddam'ın saldırılarından kaçan 1.5 milyon Irak Kürdü, Türkiye ve İran sınırına dayandı ve yaklaşık 500 bini Türkiye'ye kabul edildi. 13 Mart 1992 tarihinde Zonguldak'taki Taşköprü madeninde büyük bir patlama gerçekleşti ve bu patlama sonucunda tedbirsizlikten 263 emekli madenci hayatını kaybetti. Sadece 10 gün sonra Türkiye acı bir haberle daha sarsıldı. Erzincan'da 6.8 büyüklüğünde bir deprem meydana gerçekleşti. Önlemsizlik ve sağlam olmayan yapıtların çok yoğun olması nedeniyle 653 kişi hayatını kaybederken 3.850 kişiyle yaralandı. Bu gelişmeler ışığında Türk milleti doğal olarak depresif bir dönemden geçmeye başlamıştı. Bu süreçten sonra adından sıkça bahsettirecek olan JİTEM’i sizlere özetlemek istiyorum. Terörle mücadele örgütü olarak İçişleri Bakanlığı'nın ve Genelkurmay başkanlığının onayı olmadan kurulmuştur. Açılımı Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele’dir. JİTEM’in Güneydoğu'daki birçok faili meçhul cinayetten sorumlu olduğu düşünülmektedir. Kimilerine göre bu rakam abartı gelse de JİTEM 17 bin faili meçhul cinayetten sorumludur. Birçok itirafçı ve hatta kurucu olduğu söylenenler bile sonradan JİTEM’in yanlış yola saptığını iddia etmiştir. İçindeki bazı kişilerin haraç, adam kaçırma ve mafya icraatlarında bulunduğu öne sürülmüştür. 21 Mart günü geldiğinde Şırnak'ta Nevruz kutlamaları vardı. Kutlamalarda grupların PKK lehine gösterilerde bulunması nedeniyle kontrgerilla silahlı müdahalede bulundu ve 50’ye yakın kişi hayatını kaybetti. Eylül ayında Musa Anter adlı gazeteci de uğradığı silahlı saldırı sonucunda öldürüldü. Musa Anter kamuoyu tarafından Kürtçülük yapmakla suçlanıyordu. Anter’in kontrgerilla oluşumu olan JİTEM tarafından öldürüldüğü iddia edildi. Hatta sonradan açıklanan raporlara göre cinayetin en büyük şüphelisi Yeşil Kod adlı Mahmut Yıldırım’dı.


-1993-


1993 yılı Türkiye için oldukça tedirgin ediciydi dönemin araştırmacı gazetecisi olan Uğur Mumcu, devlette ve ülkede dönen karanlık ilişkileri afişe eden biriydi. 24 Ocak günü evinin önünde arabasına yerleştirilen C4 bombanın patlaması sonucunda hayatını kaybetti. Suikastı İslami Hareket Cephesi, İBDA-C, Hizbullah gibi farklı örgütler üstlendi. Fakat derin devlet, PKK ve hatta JİTEM bile şüpheli olarak görüldü. Uğur Mumcu'nun faili hiçbir şekilde bulunamadı. O sıralarda 32 Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis'ti. ABD karşıtı söylemleri ile bilinirdi. ABD'nin Türkiye üzerinde konuşlandığını ve onların da oradan PKK'ya destek verdiğini söyledi. Bu açıklamayı yaptıktan kısa bir süre sonra içinde bulunduğu uçağın düşmesi sonucunda hayatını kaybetti. Araştırmalar sonucu buzlanma sonucu uçağın düştüğü söylense de birçok kişi bunun bir suikast olduğunu öne sürdü. Hatta JİTEM’in en önemli üyelerinden biri olan Cem Ersever de Eşref Bitlis'in şüpheli ölümünü protesto etmek için 30 arkadaşıyla birlikte askerlikten istifa etti. Aynı yıl içindeki nisan ayında komplo teorilerin eksik olmayacağı Bir ölüm daha yaşandı. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 12 günlük Türkistan gezisinden döndükten sonra fenalaşarak hayatını kaybetti. Ölüm sebebi hakkından günümüzde bile tartışmalar devam etmekte. Toplumun büyük bir kısmı onun zehirlenerek öldürüldüğü düşünmekte. Hatta bu iddia o kadar kuvvetlidir ki öldükten tam 19 sene sonra mezarı açılmıştır ve teste tabi tutulmuştur. Buna rağmen ölüm sebebi kesinleşmedi. Bu gelişmelerin ışığında tarih 2 Temmuz gösterdi. Büyük çoğunluğu alevi olan birçok kişi Sivas'ta düzenlenen Pir Sultan Abdal şenliklerinde buluşacaktı. Aralarında Aziz Nesin'in de olmak üzere birçok sanatçı yazar ve fikir insanı özel davetli olarak Sivas'a geldi. Ancak Radikal İslamcı olan bir grup Aziz Nesin'in bazı açıklamalarını bahane ederek şenlikleri bastı. Davetli olarak gelenler bunun üzerinden Madımak oteline çekildi. Saldırgan grup gözü dönmüşçesine oteli taşlamaya başladı. Bundan sonra ise Madımak otelini ateşe verdiler ve çoğunluğu alevi olan 33 yazar ozan ve düşünür yanarak ya da dumanla boğularak hayatını kaybetti. Bu sıralarda PKK terör örgütü saldırılarını daha da sertleştirdi. Ustalık birliğine katılmak için Malatya'dan sivil otobüslerle yola çıkan 33 Silahsız Türk askeri Bingöl yolunda durdurularak şehit edildi. Sadece 2 ay sonra PKK Erzincan'daki Başbağlar köyünü bastı. Buradaki 33 köylüyü öldürdü ardından köyü ateşe verdi. Ahmet Cem Ersever, JİTEM bünyesinde terörle mücadelenin baş askerlerinden biriydi ve neredeyse doğunun kontrolünü ele alan kişiydi. Ordudan istifasından sonra değişik bir ruh halinde büründü. Bundan sonra gazeteci Soner Yalçın ile sık sık görüşmeye başladı. Yalçın'a itiraflarda bulundu ve bu itiraflarında faile meçhul cinayetlerin sorumluları açıklamaya başladı. Türkiye'de teröre karşı mücadelenin yanlış yürütüldüğünü devlete birçok pisliğin döndüğünü söyledi. Bunun yanında Yeşil Mahmut Yıldırım hakkında pek çok bilgi vermişti. Bir gün sonra Soner Yalçın ile Ankara'da görüştüler. Cem Ersever bu sohbette “Yeşil, Ankara’daymış millete beni soruyormuş” dedi. Ardından bir sonraki görüşme için sözleştiler ancak o günden sonra Cem Ersever’den bir daha ses çıkmadı. Soner Yalçın, ondan haber beklerken bir posta geldi. Bu postanın içinden çıkan şey Cem Ersever'in kimliğiydi. Cem Ersever susturulmuştu ve katilleri Soner Yalçın'a bu şekilde bir mesaj göndermişti. Cem Ersever, eli kolu bağlı kafasına sıkılmış bir şekilde bulundu. Bunun yanında  Cem Ersever'in sevgilisi ve bir PKK itirafçısı olan en yakın çalışma arkadaşı öldürülmüştü. Cinayetin en büyük şüphelisi yine Yeşil Mahmut Yıldırım’dı. Cem Ersever birçok sırrıyla bu dünyadan göçtü. Türkiye için işler yolunda sayılmazdı. Bunca şey yetmezmiş gibi İstanbul, su içme kaynaklarını temin etmekte zorlanıyordu. Tam o sıralarda İSKİ skandalı patladı ve büyük bir yolsuzluk gün yüzüne çıktı. Görevi İstanbul'da içme suyu temin etmek olan İSKİ Genel Müdürü Ergün Göknel’in ihaleleri paravan olarak kurduğu şirketlere verdiği anlaşıldı. Ekonomik durumu yeterince iyi olmayan Türk halkı bu duruma şiddetli bir tepki gösterdi.


-1994-


1994 yılı yeniden faili meçhul cinayetlerle başladı. Uyuşturucu kaçakçısı olduğu bilinen birkaç kişi ve PKK'ya yardım ettiği öne sürülen bazı iş adamları faili meçhul şekilde öldürüldü. 1994'ün Haziran ayında siyasi olarak bir takım gelişmeler yaşandı. Leyla Zana'nın kurucusu olduğu Demokrasi Partisi, PKK'ya destek verdiği ve yasa dışı faaliyetlerin merkezi olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Yıllar 1995'i gösterdiğinde Başbakan Tansu Çiller, Avrupa Birliği'ne girme konusunda çalışmalara başladı. Bu sıralarda Türkiye'ye Avrupa Birliği'nden 3 tane kadın temsilci geldi. Ziyaretleri sırasında bazı PKK'lıların ve siyasi suçluların affedilmesi gerektiğini söylediler. Bunun üzerine dönemin bakanı Ayvaz Gökdemir, Avrupa'dan gelen kişilerin hatırı için bu hainleri serbest bırakmayız dedi ve bu sebepten dolayı siyasi bir kriz başladı.



-1995-


12 Mart 1995 tarihinde ise eşi benzeri görülmemiş bir olay yaşandı. Gazi Mahallesi, çoğunluk olarak Alevilerin yaşadığı bir yerdi. Akşam saatinde her şey yolundayken mahalleyi eş zamanlı bir saldırı düzenlendi. Dört kahvehane ve bir pastane aynı anda kimliği belirsiz kişilerce bir taksinin içinden otomatik silahlarla tarandı. Saldırganlar gasp ettikleri taksinin de şoförünü öldürerek olay yerinden kaçtılar. Arkalarından 25 yaralı ve 2 ölü bırakmışlardı. Bir gün sonra binlerce kişi toplanarak olayı sert bir şekilde protesto etmeye başladı. Olaylar o kadar büyüdü ki bölgede sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Ama bu eylemlerin sonunda 20'den fazla kişi hayatını kaybetti. Bu olay birçok uzman tarafından incelendi ve genel kanı şuydu birileri Alevi-Sünni kavgası başlatmak istiyordu.


-1996-


1996 yılının Kasım ayı Türkiye'de büyük yankı uyandıracak bir ölüm daha getirdi. Türkiye'nin en zengin ailelerinden birine mensup olan Özdemir Sabancı, o gün Sabancı Center'daydı. DHKP-C üyesi 3 kişi tarafından düzenlenen saldırıda silahla vurularak hayatını kaybetti. Suikastçılardan biri Sabancı Center'da 5 aydır temizlik görevlisi olarak çalışan Fehriye Erdal’dı. Fehriye Erdal, diğer iki suikastçıyı da içeriye sokan kişinin ta kendisiydi. Ancak öyle bir tesadüf var ki Fehriye Erdal'ın 5 sene önce işe girmesini sağlayan kişi Susurluk Kazası’nda hayatını kaybedecek olan İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ’dı. 23 Haziran'da Demokrasi Partisi’nin kapatılmasından sonra kurulan HADEP kongresinde Türkiye'yi ayağa kaldıran bir olay daha yaşandı. Önce kongredeki Türk bayrağı indirildi. Ardından yerine PKK bayrağı ve Öcalan'ın resmi asıldı. Bu olay Türkiye'de büyük bir skandala yol açtı. Tepki olarak milyonlarca insan evlerini ve sokaklarını Türk bayrakları ile donattı. Bu gelişmelerin ışığında Türkiye tarihinin en büyük skandallarından biri daha patladı. 3 Kasım 1996'da saat 19.25 sularında Susurluk ilçesinde bir trafik kazası meydana geldi. Kazayı yapan aracının içinde aranması olan ülkücü militan Abdullah Çatlı, milletvekili Sedat Bucak ve polis müdürü Hüseyin Kocadağ bulunuyordu. Kimilerine göre bu kaza değil suikasttı. Bu kazadan sonra yapılan araştırmalara göre devlet  siyaset ve mafyanın bağlantısı olduğu saptandı. Hatta bu araştırmaların sonunda birçok faili meçhul cinayetinin sorumlusu olarak Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım gösterildi. Ancak Yeşil, o günden sonra ortadan kayboldu ve bugün bile hala nerede olduğu bilinmemekte. Öldü mü kaçtı mı hala bilinmemekte. Bu ilişkilerin ortaya çıkması Türkiye'de büyük bir yankı uyandırdı. Hatta ilerleyen süreçte Türkiye çapında “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” adı verilen sivil itaatsizlik eylemi başladı. Bu eylemin amacı mafya-devlet ilişkisini yargı önüne çıkarmaktı. Yaklaşık olarak 30 milyon kişinin katıldığı eylemde her akşam saat 9'da evdeki ışıklar kapatılırdı. O yıllar tarikatlarında epey aktif olduğu dönemlerdi. Aczmendiler olarak bilinen tarikatın lideriyse Müslüm Gündüz’dü. Müslüm Gündüz, Atatürk karşıtlığı ile bilinirdi demokrasi ve laikliği dinsizlik olarak görürdü. Bir gün Müslüm Gündüz’e bir baskın düzenlendi. Baskının yapıldığı esnada bir kadınla gayrimeşru bir ilişkide olduğu ortaya çıktı. Türkiye bu haberle adeta çalkalanmıştı.


-1997-


Ülkede Radikal İslamcıların ve irticanın yoğun bir şekilde göze batması orduyu rahatsız etti. Ordu, o dönemin başbakanı olan Necmettin Erbakan’ı baskı sonucu istifaya zorladı ve bu olay kayıtlara postmodern darbe olarak geçti. Ülke ve millet bu tür demler arasında nefes alamaz olmuştu. Bu süreçlerin ardından çıkarılan kararla başörtüsü okullarda ve resmi kurumlarda yasaklandı. Bu yasaklanma sonucunda ülke çapında birçok eylemler yaşandı. Başörtülü öğrenciler okuma haklarının ellerinden alınmaması için protestolar düzenlendi. Bu protestolar şiddetle bastırılırsa da ülkede yoğun bir ses getirdi.



-1999-


1999'un Şubat ayında Türkiye önemli bir haberle uyandı. Terör örgütü PKK'nın elebaşı Öcalan başka ülkelerinin de yardımıyla Kenya da yakalanarak Türkiye'ye getirildi ve İmralı’da askeri tesislere kapatıldı. Türkiye sansasyonel bir olayla daha karşılaşacaktı. Fazilet Partisi'nden İstanbul Milletvekili olarak seçilen Merve Kavakçı, meclisteki yemin törenine başörtüsüyle geldi ancak bu olay DSP'li milletvekillerinin hiç hoşuna gitmedi. Hatta o dönemin başbakanı olan Bülent Ecevit mecliste yaptığı konuşmada şu sözleri sarf etti: “Türkiye'de hanımların giyim kuşamına, başörtüsüne özel yaşamlarında hiç kimse karışmıyor. Ancak burası hiç kimsenin özel yaşam mekanı değildir. Burası devletin en yüce kurumudur. Burada görev yapanlar devletin kurallarına, geleneklerine uymak zorundadırlar. Burası devlete meydan okunacak yer değildir. Lütfen bu hanımı haddini bildiriniz.” Yoğun bir protestoya maruz kalan Merve Kavakçı yemin törenine katılamadan meclisten kovuldu. Aynı yılın Ağustos ayında Türkiye'yi kedere boğan bir doğal afet daha yaşandı. Gölcük'te 7.6 büyüklüğünde bir deprem gerçekleşti. 18.373 insan hayatını kaybetti. Kısa bir süre sonra ise Düzce'de bir deprem yaşandı. Burada da 845 kişi yaşamını yitirdi.


Bu milletin başından birçok badire geçti. Fakat bu ülkede yıllar değişir, olaylar değişmez. Kim bilir belki de en çok ihtiyacımız olan şey huzurdur...

Comments


En son gelişmelerden haberdar olmak için abone ol

Teşekkurler

© 2023 by The Book Lover. Proudly created with Wix.com

  • Twitter
bottom of page