top of page

KISKANÇLIK PSİKOLOJİSİ

Güncelleme tarihi: 17 Tem 2022

Yazar Meleknaz Meriç - 8 Temmuz 2022


Kıskançlık, bakıldığında birçok insanın yaşamını olumsuz yönde etkileyen bir duygudur. Sevilen kişinin bir başkasını tercih edebileceğinin ve onu daha fazla sevebileceğinin düşünülmesi, diğer bireylerin kendisinden üstün durumda olmalarına katlanamama, diğer bireylerden üstün olma isteği, anne, baba gibi figürlerin sahiplenilmesi ve diğer kardeşlerden daha fazla sevilme isteği gibi nedenlerden ortaya çıkar.

Genelde iki farklı biçimde oluşur. Birinci boyutu başkalarının sahip olduğu şeylere sahip olma isteği, ikincisi ise sahip olduklarını kaybetme ya da başkasına kaptırma korkusudur. İnsan hayatı boyunca hep sahip olduğu şeylerin fazlasını ister başkasında olan ve kendinde olmayan şeylere sahip olmak ister. Sahip olduklarından hiçbir zaman tam anlamıyla memnun olmaz, hep daha fazlası arayışındadır. Bu duygu onu birilerini kıskanmaya iter. Örneğin bir çocuk arkadaşının kalemine sahip olmak ister, o kalem kendinde olmadığı için arkadaşını kıskanır, hatta sonucunda kalemi kırmaya bile yeltenebilir. Sigmund Freud bu konuda “Her kız çocuğu bir dönem babasına, erkek çocuğu annesine bir aşk besler, dolayısıyla da hemcinsini hayatta bir rakip olarak görür. Bu da insanın kıskançlığı 3-5 yaşları arasında öğrenmesini sağlar.” demiştir. Ayrıca kardeşler arasında yaşanan kıskançlıklar da erken yaşta kıskanmayı öğrenmemizi sağlar. Aslında kıskançlık bizimle çocukluktan ölüme kadar gelir, kişinin yaşamı boyunca kıskanma duygusu hiçbir zaman sıfırlanmaz. İnsan en saf ve temizken de kıskanır, en kirliyken de.

İnsan elindekileri kaybetme, başkasına kaptırma endişesinden de kıskanır. İnsanın doğasında rekabet vardır, tüm insanlar birbirleriyle rekabet içindedirler. Bu rekabet de dolaylı olarak kıskançlığa yol açar. Bir başkasına koltuğunu kaptırmayı, bir başkasının ondan üstün olmasını kimse istemez. İşte insan kendisinden üstün olan ya da üstün olma potansiyeli taşıyan kişileri kıskanır.

Yapılan araştırmalara göre, kişi kıskandığı kişiyle kendisini karşılaştırdığında beyninde acıyı kaydeden alanın etkinleştiği görülüyor. Ayrıca kıskandığı kişinin herhangi bir durumda hüsrana uğradığını hayal edince bu sefer de beynindeki ödül mekanizması etkinleşiyor. Aslında kıskanma duygusu kişiye hem fiziksel olarak acı, hem de haz veriyor.

Kıskançlık, bir kişiye ya da bir duruma özenmek ve imrenmek olarak tanımlanamaz. Sevdiğimize imreniriz belki ama sevmediğimizi kıskanırız. İmrenmenin kıskanmadan farkı, imrendiğimiz kişiye sevgi duyarken, yani onunla sevgi temelli bir ilişki kurarken; kıskandığımız kişiye nefret duymamız, yani onunla nefret temelli bir ilişki kurmamızdır. Aslında özenmek ve imrenmek biraz daha pozitif bir duygudur, çünkü dolaylı olarak insanın kişisel gelişimine katkıda bulunur. Kişi özendiği şeylere ulaşmak için motive olabilir, kendine bir hedef belirleyebilir. Ancak kıskanma karşısındakinin kötülüğünü istemeye, onu engellemeye kadar gidiyorsa bu iki taraf için de yıkıcı olabilir. Kıskançlık, bir aşamaya kadar normal sayılabilecek bir duygudur. Her insan zaman zaman kıskançlık hissedebilir. Bu okulda yüksek not alan birini kıskanmak veya iş hayatında daha iyi pozisyonda olan birini kıskanmak gibi durumlar olabilir. Ancak kıskançlığın fazlası oldukça zararlıdır. Aşırı kıskançlık bireyin hem kendisine hem de karşısındaki kişiye zarar verir. Kıskançlık bazen öyle bir boyuta ulaşır ki nefret mi kıskançlık mı ayırt edilemez hale gelir.

Ethica’da kıskançlıkla ilgili şöyle der Spinoza: “Kıskançlık başlı başına bir nefrettir, yani kederdir; şöyle dersek kıskançlık insanın etki gücünü ya da çabasını kısıtlayan bir duygudur.” Kıskançlık, bir nefrettir. Çünkü en nihayetinde kıskanılan insanın kederinden neşe ve pek tabii neşesinden de keder duymaya götürür. Bu anlamıyla kıskançlık, tohum hâlindeki hasetten başka bir şey değildir. Spinoza, ancak sevmediğimiz insanı kıskandığımızı söyler. Oysa bugün, ancak sevdiğimiz insanı kıskandığımızı söylüyoruz. Hatta, kıskançlığı sevginin başlı başına bir belirtisi olarak görüyoruz. Kıskanmıyorsak, sevmediğimizi; kıskanılmıyorsak, sevilmediğimizi düşünüyoruz. Bunu en net dile getiren, Descartes: “Aynı şekilde karısını kıskanan bir adamı da ayıplarız, çünkü bu onun karısını gerektiği gibi sevmediğinin ve hem kendisine hem de karısına iyi hisler beslemediğinin bir işaretidir. Karısına gereken sevgiyi göstermediğini söylüyorum, çünkü ona karşı gerçek bir sevgi beslemiş olsaydı, ona asla güvenmemezlik etmeyecekti. Ama bu adamın sevdiği, karısı değil ki, sadece tek başına sahip olduğunu sandığı bir nimet. Zaten kendisinin bu nimete layık olmadığına ve karısının da sadakatsiz olduğuna kanaat getirmemiş olsaydı, onu kaybetme endişesi de duymayacaktı.”



Comentarios


En son gelişmelerden haberdar olmak için abone ol

Teşekkurler

© 2023 by The Book Lover. Proudly created with Wix.com

  • Twitter
bottom of page